Yenilenebilir ve yerli kömürden daha fazla elektrik üretimi yaklaşımı benimsense de, yenilenebilir santrallere bağlı olarak artan baz yük ihtiyacı ve mevsimsel farklılıklar sebebiyle güç üretim kaynaklarındaki değişimlerin yönetilmesi için doğal gaz santralleri önemli rol oynamaya devam ediyor
Enerji ithalatımızın, özellikle de petrol ve doğal gaz ithalatı için ödenen tutarın cari açık sorunumuzun ana müsebbibi olduğunu artık hepimiz biliyoruz.
Sadece petrol ve doğal gaz tüketimimiz, birincil enerji arzımızın yüzde 60’ını oluşturuyor.
Diğer yandan, yenilenebilir ve yerli kömürden daha fazla elektrik üretimi yaklaşımı benimsense de, yenilenebilir santrallere bağlı olarak artan baz yük ihtiyacı ve mevsimsel farklılıklar sebebiyle güç üretim kaynaklarındaki değişimlerin yönetilmesi için doğal gaz santralleri önemli rol oynamaya devam ediyor.
***
2019 yılında 46 milyar metreküp civarında doğal gaz tükettik. Petrokimya sektörünün talebini de düşündüğümüzde, günde 1 milyon varil kadar da petrol tüketimimiz var.
Yüksek tüketimimize rağmen, halihazırda ihtiyaç duyduğumuz petrolün %5’ini, doğal gazın ise %0,5’ini yerli üretimden karşıladığımız bir fotoğrafla karşı karşıyayız.
Petrol ve doğal gazın yerine kısa vadede alternatif yakıtlar koyamadığımız gerçeğinden hareketle, enerji kaynaklı cari açığı azaltmanın tek yolu, döviz çıkışını azaltmak için yerli hidrokarbon üretiminin payını arttırmaktan geçeceği son derece açık.
Bu maksatla, yerli üretimimizi arttırmak amacıyla Arama-Üretim sektörüne münhasıran daha agresif bir yatırım stratejisinin hazırlanması, cari açığımızı azaltma noktasında pratik sonuçlar üretebilir.
2004’ten günümüze kadar yerli ham petrol ve doğal gaz üretimimiz sayesinde 50 milyar dolarlık ithalatın önüne geçmiş bulunuyoruz. Bu süre zarfında
yapılan yatırım tutarının 10 milyar doları aştığını da not etmeden geçemeyeceğim.
Diğer yandan, enerji ithalatımızın yüksek olmasının Türkiye’nin ekonomik gelişiminin önünde engel teşkil ettiği fikrini de paylaşmadığımı da not etmem gerekiyor.
Zira Türkiye gibi net enerji ithalatçısı pozisyonunda bulunan Japonya, Güney Kore, Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkelerin insan kaynaklarına yatırım yaparak daha akıllı stratejiler ile bu sorunun üstesinden geldiklerini ve küresel ekonomide söz sahibi olduklarını biliyoruz.
Bu örnekleri dikkate aldığımızda, Türkiye’nin de hidrokarbon üretimini arttırmasının son derece mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bağlamda dikkat etmemiz gereken husus, ülke sınırları içindeki kaynakları ekonomiye daha hızlı kazandırmaya çalışmak olmalı. Bunun için kamu şirketleri kadar, yerli ve yabancı özel sektör şirketlerinin de ilgisini çekmeye çalışmalıyız.
Türkiye ile benzer enerji profiline sahip ülkelerin bu şekilde hareket ettiğini görüyoruz. Örneğin Japonya JOGMEC vasıtasıyla özel sektör ve kamu ortak yatırımlarıyla, enerji arz güvenliğini değer zincirini üretimden – tüketime kadar geniş bir yelpazede yorumlayarak diğer ülkelerde arama yatırımlarına ağırlık veriyor.
Süresi dolan işletme
ruhsatlarının
da, talep etmesi
durumunda
Türkiye Petrollerine
devredileceğine
yönelik Türk
Petrol Kanunu’nda
bulunan açık hüküm,
önümüzdeki 5 yıl
içinde, hem arama
hem de üretim
tarafında kamu
şirketi dışında özel
sektör temsilcilerine
alan bırakmayacak
bir görüntüyü
de beraberinde
getiriyor
Kamu ve özel sektör şirketleriyle birlikte üçüncü ülkelerde yoğun bir yatırım stratejisi takip ediyor.
Her iki ülke diğer yandan teknoloji geliştirme, AR-GE ve altyapı yatırımlarında da dünyada lider ülkeler içerisinde.
İtalya’nın da, devlet şirketi ENI’yi yeniden yapılandırdıktan sonra, özel sektör şirketleri ile birlikte enerji oyununda birinci lige çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Şu an Akdeniz Bölgesindeki upstream yatırımlarında ENI en önemli yatırımcıların başında geliyorken, Sahra Altı Afrika’dan, Latin Amerika’ya kadar birçok ülkede projeleri olduğunu görüyoruz.
Bu süreç bir yaklaşım meselesi olmakla birlikte son tahlilde bir “Yönetişim” meselesi.
Verilmesi gereken karar aslında basit: Ülkenin güç potansiyelini değerlendirerek, sadece devlet eliyle mi hareket edileceğine yoksa şeffaflaşmak suretiyle piyasaları serbestleştirerek diğer oyuncuların da yaratıcılığından mı faydalanılacağı konusunda –değişimin zaman gerektirdiğini unutmadanzihinlerin berraklaştırılmasına ihtiyaç var.
Türkiye bu sorunun cevabını 2001 krizinden sonra piyasa serbestleşmesi ile çözmeye karar verse de, uygulamada enerji piyasaları üzerindeki sıkı kontrolünü bırakmama (siyasi motivasyonlar başta olmak üzere) yönünde bir yaklaşım sergiliyor.
Ben bu tutumun sonuç vermeyeceğini düşünüyorum. Orta ve uzun vadede piyasa liberalleşmesinin tercihten çok enerji arz güvenliğinin tesisi ve tüketimin daha rekabetçi fiyatlardan sağlanmak istenecek olması nedeniyle takip edilecek yol olacağına inanıyorum.
Bu düşüncemi tarihsel olarak devlet şirketlerinin ekonomik alanda gösterdikleri performansların çok da iç açıcı olmaması da destekliyor.
Arama-Üretim sektörünün en önemli özelliklerinde biri, enerji sektörünün geneline yayılmış olan devlet garantisi isteyen yatırımcı anlayışının bu sektörde bulunmaması.
Doğası gereği arama yatırımlarının finansmanının tamamen özkaynaklardan karşılanan risk sermayesine bağlı olması, 60 yıldır faaliyet gösteren yerli firmalar hiçbir zaman devletten garanti talep etmeden yatırımlarını gerçekleştirdiler.
Bununla birlikte, son derece riskli bir alan olan Arama-Üretim sektörüne yönelik yatırımcı ilgisinin ülkemizde genel anlamda düşük kaldığını söyleyebiliriz.
Ülke jeolojisinin karmaşık yapısı, kuyu başı üretimin sadece 40 varil seviyesinde kalması, geçtiğimiz dönemlerde yaşanan bürokratik sıkıntılar, sektörün teşviklerden faydalanamaması gibi hususlar bu ilginin kısıtlı kalmasının ana nedeni olarak ortaya çıkıyor.
Buna ek olarak, son 2 yıldır ağırlıklı olarak arama ruhsatlarının kamu şirketine daha fazla tahsis edilmesi, sektöre girişleri zorlaştıran bir diğer husus olarak öne çıkıyor.
Son 2 yıldaki arama ruhsat dağılımına bakıldığında, her 10 ruhsattan 9’unun kamu şirketine, 1’inin ise özel sektör temsilcilerine verildiğini görüyoruz. Bu durumun asimetrik bir fotoğraf yarattığını söylemeliyiz.
Ayrıca, süresi dolan işletme ruhsatlarının da, talep etmesi durumunda Türkiye Petrollerine devredileceğine yönelik Türk Petrol Kanunu’nda bulunan açık hüküm, önümüzdeki 5 yıl içinde, hem arama hem de üretim tarafında kamu şirketi dışında özel sektör temsilcilerine alan bırakmayacak bir
görüntüyü de beraberinde getiriyor.
Türkiye gibi, cari açığını düşürmek için yerli ham petrol ve doğal gaz üretimini arttırmak isteyen bir ülkenin, bu sektöre yönelik yatırımları arttırmak için, kamu şirketi lehine oluşan dominant pozisyonu değiştirmesi gerekiyor.